Tiyatro Yazmada 2 Türkiye Derecesi. Tebrikler Gençler

Tiyatro Yazmada 2 Türkiye Derecesi. Tebrikler Gençler

Tiyatro yazmada okulumuza iki ödül birden.

Maltepe Orhangazi İHL tarafından düzenlenen" Kuran´dan İlham Alan Vefalı İnsan" konulu tiyatro yazma yarışmasında yapılan değerlendirmede “İş İşten Geçmeden"” adlı eserle Hasan Dizdar Türkiye 2.si oldu., “Hayatı Değiştiren Sohbet” adlı eserle de Tolga Kahveci mansiyon ödülü kazandı.

Tebrikler Hasan DİZDAR ve Tolga KAHVECİ´ye. Teşekkürler danışman öğretmenimiz Pervin DEMİR´e.  Öğrencilerimizin Başarılarının devamını dileriz

30.03.2018 862

30-03-201830-03-201830-03-201830-03-2018

İŞ İŞTEN GEÇMEDEN-HASAN DİZDAR

ŞAHISLAR

Ali: Mert’in babasıdır.

Fatma: Mert’in annesidir.

Mert: Kahraman.

Mehmet: Mert’in abisidir.

Ahmet: Mert’in abisidir.

Yusuf, Hakan, Görkem: Mert’in arkadaşlarıdır.

Hüseyin: İnşaatta çalışan bir işci.

İbrahim: Hakan’ın kuzeni.

Osman: Usta başı.

(Sahne1: Sahnenin bir tarafında iki oda vardır. Odanın birinde yatak ve masa vardır. Diğerinde ise mütevazi eşyalar vardır. Sıradan bir koltuk takımı, eski model bir televizyon. Diğer tarafında ise bank bulunmaktadır.) (Herkes evin salonunda bir şeylerle meşguldür. baba koltukta oturur, gazete okur. Mert babasının karşısında telefonda oyun oynamaktadır. Anne ise elişi yapar. )

Ali: Bütün haberler de bugün iç karartıcı. (gazetenin sayfalarını çevirirken mesaj sesi duyulur. Baba mesajı sesli okur.)

Coğrafya 40, matematik 13... Oğlum bu notların hali ne?

Mert: Az dur baba ya! Rahat bir oyun oynatmadınız.  Daha ikinci dönem var düzelir.

Ali:  Her sene aynı sonuç.  İnsan hiç mi abilerine benzemez.

Mert: Of baba tamam ya! ( Kapıyı çarparak odadan çıkar ve babası da arkasından söylenir.)

Baba: Bu sene son senesi farkındasın değil mi? Sınavları geçelim, bu davranış ne? Kapıyı çarpmakla suratıma bir tokat atmak arasında ne fark var? Rabbim İsra Suresi 23. Ayette şöyle buyuruyor: Rabbin yalnız kendisine kulluk etmenizi ve ana-babaya güzellikle muamele etmenizi emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında iken ihtiyarlığa erelerse onlara öf bile deme, onları azarlama, onlara güzel ve tatlı söz söyle. Bizim oğlan elimiz ayağımız tutarken böyle davranıyor. Allah sonumuzu hayr etsin. Oğlumuzun kalbinde de sevgi ve merhamet tohumları yeşertsin.

Fatma:  Bu sene son senesi ve hâlâ vurdumduymaz.  Ama bu bizim suçumuz.

Ali: Ne yapalım? Evin en küçüğü,  bütün ilgi onun üzerinde. Hayatın zorluklarını bilmiyor.

Fatma: Hayatın zorluğunu anlaması için bir şey yapmıyoruz ki.

Ali: Dışarı çıkışlarını kısıtladık. Harçlığını azalttık. Daha ne yapabilirim?

Fatma: Ne fark etti? Bu sefer de okuldan kaçmaları arttı. Her ay bir yerden borç haberi geliyor. Ya arkadaş, ya da senet. Abilerini zorluyor para için. Onlar da kıyamıyorlar. Bu sene üniversite kazanamazsa ne yapacaksın?

Ali: Mecbur şirkete yanıma alacağım.

Fatma: Ona ödül vereceksin yani. Mert zaten sana güvendiği için okumuyor. Çalışma hayatının zorluklarını ona göstermemiz lazım.

Ali: Bilgisayarını elinden alsak?

Fatma: Fayda edeceğini sanmıyorum.

Ali: Namaz abdest de yok tabi. (Saate bakar.) Vakit geçmeden namazımı kılayım. Mert’e de söyle kılsın namazını.

(Herkes odadan çıkar. Bir süre sonra Mert girer. )

Mert: Abdestimi aldım ben burada kılacağım namazımı.  (Annesi içeriden.)

Fatma: Tamam oğlum, ben de ütü yapıyorum yemeği hazırlayacağım şimdi.

( Mert koltuğa oturur ve arkadaşını arar. )

Mert: Kanka ne yapıyorsun?

Yusuf: Sınava çalışacağım biraz.

Mert: Ne sınavı var yarın?

Yusuf: Edebiyat sınavı var.

Mert: Edebiyat basit ya hallederiz. Saat 22.00’ da oyuna gireceksin değil mi?

Yusuf: Tabi ki de gireceğim oğlum. Ödülleri kaçırır mıyım hiç?

Mert: Tamam kanka girince haber ver de karşılıklı oynarız.

Yusuf: Tamam.

( Telefonu kapatır kapatmaz babası içeri girer.)

Ali: Kıldın mı namazını?

Mert: Kıldım baba.

Ali: Yarın ne sınavın var?

Mert: Edebiyat .

Ali: Çalıştın mı?

Mert: Okulda arkadaşlarla toplanıp çalıştık.

Ali: Üniversite hayalin yok mu peki oğlum?

Mert: Bilmiyorum baba. Bakalım inşallah gideceğim.

Ali: Bu inşallah demekle olmaz. Emek verip, çalışıp takdiri Allah’a bırakmalısın. Çalışırsan elde edemeyeceğin şey yok. Ben sana inanıyorum oğlum.

( Annesi sofrayı hazırlar.)

Fatma: Haydi yemek yiyelim.

(  Hep beraber sofraya otururlar. Yemek yerken babanın telefonuna mesaj gelir. )

Ali: Velisi bulunduğunuz Mert  YILMAZ  04.11.2017 tarihinde  okula gelmemiştir.          

( Mesajı okuduktan sonra hafif sinirlenir.)   Neredeydin oğlum bugün?

Mert: Arkadaşlarla maça gittik.

Alo: Aferin oğlum ya! Sınavda da maçın pozisyonlarını soracaklar değil mi ? Okul kurallarını ihlal etmen doğru bir davranış mı?

Fatma: Tamam yemekten sonra konuşursunuz.

( Bir süre sonra yine mesaj gelir.)

Ali: Bu seferde dershaneden gelmiş. Maç sabahtan akşama kadar sürdü herhalde.  ( Mert’ten  cevap  gelmez. Bir süre sonra.)   Bundan sonra abinlerden bir şey istemek yok.

Mert: Abimler ne alaka baba ya. Yorgundum gidemedim.

Ali: Yeter oğlum. Gün geçmiyor ki senin olumsuz bir haberini almayalım. Ne olsun istiyorsun? Ben seninle mi uğraşacağım, işime mi bakacağım?

Mert: İşine bakıyorsun da ne oluyor. Lüks içinde yaşıyoruz sanki. Ortaokuldan sonra arkadaşlarım özel okula gitti, beni göndermediniz. Herkes son model telefon kullanıyor, benim telefonun haline bakın. Bırakın telefonu artık hepsinin arabası var. Arkadaşlarım her bayram tatilinde ya yurt  içinde ya da yurt dışında tatile gidiyor. Ya biz baba? Dedemle babaannemin mezarlık ziyaretine, eski komşularınızın elini öpmeye. Niye baba, niye? Buna yaşamak mı diyorsunuz siz. Küflenmiş bir hayatı bana yaşamaya zorluyorsunuz. Ama yok. Ben sizin bana dayattığınız hayatı yaşamak istemiyorum. Beni lütfen bana bırakın.

( Ardından  masadan kalkıp odasına gider, yatağa uzanıp telefonla oynar.)

Ali: (Derin bir iç çekişin ardından hüzünle)  Bir gün anlayacaksın niye olduğunu. Tıpkı benim anladığım gibi. Umarım iş işten geçmemiş olur.

Fatma: Yemekte konuşulacak bir konu muydu Ali?

Ali: Mesajları görünce tutamadım kendimi. Sorun notlarının düşüklüğü de değil sadece. Ellerimizin arasından kayıp gitmesinden korkuyorum. Gün gün uzaklaşıyor bizden. Bir türlü ona nasıl yaklaşacağımı bilmiyorum.

Fatma: Ona da acıyorum bazen, acaba bir sıkıntısı mı var?

Ali: Hanım ne sıkıntısı olacak ki, yediği önünde yemediği arkasında. Sevgisiz bırakmadık. Sadece zamane gençlerinin hastalığı, doyumsuz.  Elindekilerle yetinmeyi bilmiyor. Aslında bana gençliğimi hatırlatıyor. Ona çok öfkelendiğim zamanlar kendi hatalarımı hatırlıyor ve sabrediyorum. Hanım, Mert dedi ya neden  baba her bayram tatilinde memlekete bayram ziyaretine gidiyoruz diye. Bu içimde kanayan bir yaradır. Dile getirmeye bile utanıyorum, üzülüyorum. İçim parçalanıyor pişmanlıktan. Niye gidiyoruz, biliyor musun? Vefa borcu hanım, vefa borcu.

Fatma:  Bey o nasıl söz öyle. Her evladın görevidir anne ve babasını ziyaret etmek. İster yaşasın, isterse hayata gözlerini yumsun. Ne fark eder? Ne varmış utanacak.

Ali: Bilmediğin şeyler var.

Fatma: Anlat o zaman da bileyim. Bunca yıl saklamışsın zaten.

Ali: Annem ben küçükken vefat etmiş. Onu tanıma fırsatım olmadı. Sonrasında babam beni büyüttü. Evlenmedi. “Evladıma nasıl davranacağından emin olamadığım için hiç düşünmedim evlenmeyi.” dermiş. Bu konuları benimle konuşmazdı. Komşularımız onun ölümünden sonra anlattı. Bunları zaten biliyorsun. Bilmediğin benim babama yaşattıklarım. (Sessizlik)

Fatma: Kapalı kutu gibisin. Merakla bekliyorum  anlatmanı.

Ali: Babam taksi şoförlüğü yapardı. Onun haricinde fırsat buldukça demir işiyle uğraşırdı. Evlerin balkonlarına korkuluk yapardı. Becerikliydi. Her anını çalışarak değerlendirirdi. Çok çalıştığı için fazla vakit geçiremezdik. Sevgisini de belli etmeyi sevmezdi. Anlayamazdım duygularını. O kadar çalışırdı ama kazandığı para bizi ferah şekilde geçindirmeye yetmezdi. Aylık harçlığımı verirdi. İyi de miktar verirdi. Sevinirdim. Sonra bir kavanoz getirirdi. Şimdi vergini ödeme zamanı, derdi.  “Zenginlik elindekilerin ne kadar çok olduğuyla ölçülmez, ne kadar çok verebildiğinle ölçülür.” diye eklerdi. Harçlığımın bir kısmını kavanoza atmak zorunda kalırdım. Tabi üzülerek. Anlam veremezdim. Harçlığım bana yetse de fazlasını istiyordum. Ben de çok çalıştım. Babam gibi olmamak için. Rahat bir yaşam sürmek için. Çünkü babamın sözleri bana tesir etmemişti. Benim için hâlâ zenginliğin ölçüsü, paraydı.

Fatma: Çalışmanın karşılığını aldın. Başarılarıyla gurur duyduğumuz bir iş adamısın. Üniversiteyi birincilikle bitirdin. Sonra ikinci üniversite olarak İlahiyat okudun. Cahillikle böyle düşünmen normal.

Ali: Kazandıklarımın yanında kaybettiklerim o kadar fazla ki… Üniversitede eve gitmelerim azaldı. Yıllarca babama karşı büyüttüğüm öfke miydi gitmeme engel bilmiyorum.  Meslek hayatında ise hiç gitmez oldum. Ara sıra telefonda konuşuyorduk o kadar.  Bir gün çocuk esirgeme kurumundan bir telefon aldım. Bana bir ödül takdim etmek istediklerini söylediler.

Fatma: Ne için?

Ali: Otuz yaşındaydım o zaman. Yirmi beş yıldır kurumlarına düzenli olarak bağış yaptığım için. Ama ben bağış yapmadım, dedim. Gelin kurumumuza konuşalım dediler. Gittiğimde öğrendim ki babam benim adıma düzenli olarak bağış yapıyormuş. Her ay ödediğim vergiler o yüzdenmiş. Hatta ara sıra gidip onlara kitap okuyor ve onlara yaşama sevinci aşılıyormuş. Ben hep daha fazlasını istediğim için onu suçlamışım. Onu hiç anlamamışım. O zaman anladım.

Fatma: Sonra ne yaptın?

Ali: Hemen bir bilet aldım, memlekete gitmek için. Hiç vakit kaybetmeden onunla konuşmak, onu yanlış anladığım için beni affetmesini istiyordum. Ama olmadı. ( Gözlerinden yaşlar süzülerek) İş işten geçmişti. Üç aydır görüşmüyorduk. Gittiğimde hastanede yoğun bakımda yatıyordu. Makineye bağlıydı. Kendinde değildi. On beş gün sonra da hayata gözlerini yumdu. Son vazife olarak defin işlemlerini yapabildim. Ben üzülmeyeyim diye bana haber verilmesini istememiş. Hastalandığı zaman komşuları ona yardım etmiş. Her gün yemeğini pişirmişler. Evini temizlemişler. Babam eşe dosta yardım etmeyi çok severdi. Komşudan birinin bir şeye ihtiyacı oldu mu, hemen koşardı. Ne gerekirse yapardı. Komşuları da onu zor gününde yalnız bırakmamış. Hepsinden Allah razı olsun.

Fatma: Çok üzüldüm. Giden için de zor bir süreç olmuş ama kalanın yükü de daha ağır.

Ali: Babamın sağlığında babama yapamadıklarımı dostlarına yapıp bir nebze de olsa vefa borcumu ödemeye çalışıyorum. Peygamber Efendimizin şöyle bir sözü rivayet edilir: İyiliklerin en değerlisi, insanın babası öldükten sonra, baba dostunun ailesini kollayıp gözetmesidir. Ben de elimden geldiğince yapmaya çalışıyorum.

Fatma: Cahillikle hata yapmışsın. Ama önemli olan hatanı anlayıp düzeltmek için çaba göstermen. Peygamber efendimizle ilgili güzel bir vefa örneği anlatılır. Bir gün Sevgili Peygamberimizin huzuruna bir ihtiyar gelir. Peygamberimiz ona iltifatlarda bulunur. İhtiyar kadın gittikten sonra Hz Aişe merak eder ve sorar kadının kim olduğunu. Peygamber Efendimiz şöyle cevap verir: Hatice’nin arkadaşı olup onun sağlığında bize gelip giderdi. Kuşkusuz ahde güzel bir şekilde vefa göstermek imandandır. Sen doğru yoldasın bey. Gönlün rahat olsun.

Ali: O yüzden Mert’e kızamıyorum. Sabredip onun doğru yolu bulacağı günü bekliyorum. Umarım benim gibi geç kalmaz. İş işten geçmeden hatasını anlar. Bakalım bu dönem de böyle geçsin olmadı bakarız bir çaresine. Gel şu oğlanları bir arayalım.

Fatma: İlk Ahmet’imi arasana.

(telefon çalar ancak meşgule atılır. )

Fatma: Nöbette olabilir. Mehmet’i  ara da torunların da bir sesini duyalım, neşemiz yerine gelsin.

(hoparlörden birlikte konuşurlar.)

Ali: Alo oğlum ne yapıyorsunuz bakayım?

Mehmet: Ne yapalım babacığım çay içiyorduk buyur gel.

Ali: Afiyet olsun. Öyle ne var ne yok diye aradım .

Mehmet: Bizde her şey bildiğin gibi baba. Sizde ne var ne yok? İşler nasıl?

Ali: İşler iyi Allah’a şükürler olsun.

Fatma: Torunum nerede? Bana torunumu ver de sesini duyayım azıcık.  Maşallah şu cümlelere  bak. Büyümüş de küçülmüş. Bu tarafa ne zaman geliyorsunuz özledik valla.

Mehmet : Anne işler yoğun biraz toparlayayım geleceğim en kısa zamanda. Benim de aklımda. Mert nerelerde?

Ali: Mert bize küstü.

Mehmet: Ne oldu?

 Ali: Bu aralar okulu boşladı. Zaten okumaya yüzü yok. Davranışları da gittikçe bozuluyor.

Mehmet: Ne yapmayı düşünüyorsun baba? Bari yanına al da yanında geze geze mesleği öğrenir.

Fatma: Onu düşündük de Mert zaten onu istiyor hiç çaba yok. Sanki babasıyla şirkete gitse orada iş mi yapacak, patronum diye gezecek.

Ali: Hayatın zorluklarını da görmesi lazım. Yavaş yavaş kısıtlıyoruz bazı şeylerini.

Mehmet: Ne gibi kısıtlama?

Ali: O sizden bir şey istediği zaman göndermeyin. Zaten önemli bir şey olursa benden istiyor.

 Mehmet: Tamam baba ben yine konuşurum onunla.

Ali : Tamam oğul bir şey diyor musun?

Mehmet : Yok babacığım var mı bizden bir isteğin arzun?

Ali: Yok oğul.

Fatma : Gelinime selam söyle .

Mehmet: Aleyküm selam anneciğim. Hadi kendinize iyi bakın.

( telefon kapanır. Baba dosyasını ve bilgisayarını alır ve çalışmaya başlar. Anne de sofrayı toplar. Kısa bir süre sonra.)

Ali: Çok yorgunum ya namazımı kılayım da yatayım.

Fatma: Çay yapmıştım.

Ali: Namazımı kılayım da bir bardak içerim.

(Namaz kıldıktan sonra Mert’in yanına gider. Mert bilgisayarla oynuyordur.)

Ali : Ders çalışma bitmiş her halde.

(Mert bilgisayardan kafayı kaldırmadan.)

Mert : Hıhı bitti.

Ali : Yarın ne sınavın vardı ?

Mert : Felsefe .

Ali : Edebiyat değil miydi?

Mert : He işte ikisi de var .

( babası üzgün bir surat ifadesiyle dışarı çıkar, çay içmeye gider.)

Ali : Hanım bir bardak cay ver de içeyim. Şu en son aldığım takımı ütüler misin ? Yarın bir iş görüşmem var.

Fatma : Tamam hallederim şimdi.

Ali: Ben yatıyorum. Mert’i de takip et gece oturup bilgisayar oynamasın. Namazını kılsın yatsın.

Fatma: Tamam hadi Allah rahatlık versin.

Ali: Sana da .

( Baba yatmaya gider, anne Mert’in yanına gider.)

Fatma: Mert oğlum namazını kıl da yat dinlen, sabah kalkamıyorsun sonra .

Mert: Tamam anne yatmadan önce kılacağım.

(Anne yatmaya gider. Mert’in telefonu çalar, fısıldayarak konuşur.)

Mert: Ne oldu kanka?

Yusuf : Kanka uyuyacağım ben. Oyuna giremem daha.

Mert : Oğlum bu saatte uyunur mu çocuk musun ? Gir oyuna biraz daha oynayalım.

Yusuf: Yok kanka yarın sınav var hem dinlenmem lazım. Sen de uyusana saat kaç oldu?

Mert: Kanka yarın haftanın son günü zaten bir iki saat daha oynayayım da yatarım sonra. Hadi sana iyi geceler.

Yusuf : Hadi hadi sana da.

(Telefonu kapatır ve oyuna devam eder. Sahne ışıkları kapanır.)

(sabah anne kahvaltıyı hazırlar.)

Ali: Geç kaldım hanım hemen bir şeyler atıştırıp çıkmam lazım.

(Baba sofraya oturmadan bir şeyler atıştırır ve evden çıkar)

Fatma: Mert hadi oğlum kahvaltı hazır.

(Odaya girer;  bilgisayar yerde, oda dağınık biraz toparlar. Mert kalkar kahvaltı yapar.)

Fatma: Sabah namaza uyanabildin mi?

(Mert’ten cevap gelmez. Uyuklaya uyuklayarak kahvaltı yapar ve çantasını alıp çıkar. Sahne ışıkları kararır.)

(Kapı çalar. Sahne ışıkları yanar. Anne kapıyı açar. Baba gelmiştir.)

Fatma: Ne oldu erkencisin?

Ali: Mert’in okuluna gittim. Okuldan direkt geldim.

(Elindeki çantayı yere bırakır.)

Ali: Öğle yemeği yemedim. Bir şeyler hazırlar mısın?

Fatma: Hazırlarım tabi de okula neden gittin?

Ali: Notları çok düşükmüş.

Fatma: Ee sonra?

Ali: Çalışma kapasitesi var ama çoğu sınavı düşük. Çalışmama sebebini soruyorlar.

Fatma: Sen ne dedin?

Ali: Okuması için bütün olanakları sağladık ama istek yok dedim.

Fatma: Notları çok mu düşük?

Ali: Böyle giderse bu dönem ortalaması kırkın altında olur.

Fatma: Özel öğretmen tutsak?

Ali: Ya hanım, eğitim de bir eksiklik yok. İstek yok çocukta. Faydası olacaksa tutalım öğretmeni hatta bizde yatsın kalksın yine de faydası olmaz.

Fatma: Motive olması için bir şeyler yapsak?

Ali: Ne gibi?

Fatma: Biraz etkinlik yapalım onunla. Mesela bu pazar hava güzel olursa pikniğe  gidelim, ardından alışverişe çıkalım. Ailecek biraz vakit geçirelim.

Ali: Tamam bakarız.

Fatma: Bakarız deme gidelim.

Ali: Tamam gidelim.

Fatma: Birazdan Mert gelir istersen hep beraber yiyelim yemeği.

Ali: Olur.

(Dosyasını ve bilgisayarını alıp çalışmaya başlar. Bir süre sonra kapı çalar. Gelen Mert’tir. )

Fatma: Hoş geldin oğlum.

Mert: Hoş bulduk anne. Benim karnım çok aç hemen yemek yiyip  çıkmam lazım. Antrenmana  gideceğim.

Fatma: Tamam oğlum biz de seni bekliyorduk. Hemen üstünü değiştir de gel. Ekmek de alman lazım.

Mert: Tamam anne.

(Mert ekmek almak için çıkar.)

Ali: Nereye gidecekmiş?

Fatma: Okul basketbol takımına gidiyor ya antrenmanı varmış.

Ali: Ha unutmuşum. bir halletmediği orası kalmıştı zaten .

Fatma: Çocuğun yaptığı bir etkinlik o var.

Ali: Haklısın.

(Mert gelir yemeğe otururlar.)

Ali: Sınavın nasıl geçti?

Mert: Zordu bayağı.

Ali: Çalışmayana her şer zor

Mert: Çalıştım baba hoca zor sormuş, kimse doğru düzgün yapamadı.

Ali: Okundu mu sınavlar? En yüksek not kaç?

Mert: Okundu. En yüksek 95 , bizim basket takımından Olcay.

Ali: Demek ki zor değilmiş

Mert: Çocuğun şansına çalıştığı yerden çıkmış.

Ali: Ya da doğru yerlere çalışmıştır. Sonuçta hoca derste anlattığını sorar değil mi?

(Mert cevap vermez. Üç dört saniye sonra telefonu çalar.)

Mert: Efendim.

Yusuf: Aşağıda bekliyorum

Mert: Tamam iniyorum hemen.

(Telefonu kapatır.)

Mert: Ben çıkıyorum.

Fatma: Tamam oğlum dikkat et.

Ali: Yarın sınavın var mıydı?

Mert: Var ama önemli değil. Çıktım ben.

(Mert çıkar.)

Ali: Önemli değil, hallederiz, basit, çalıştım her gün aynı şeyler.

(Sahnede ev ortamı olan tarafın ışıkları kararır, bank olan kısmın ışıkları yanar.)

Hakan: Bu antrenman yorucuydu bayağı.

Mert: Maç ne zamandı?

Yusuf: Pazar günü saat 1’de

Hakan: Arapçaya çalıştınız mı?

Mert: Arapça mı var

Hakan: Aynen Arapça sınavı var.

Mert: Bugün bir kupon yaptım, tek maçtan yattı 200 tl alıyordum.

Yusuf: Oğlum adam sınav var diyor, sen iddia diyorsun.

Hakan: Sen bu aralar iyice yoldan çıktın. Senin gibi imam hatip öğrencisi  iddia oynar mı ? Üstelik paraya mı ihtiyacın var?

Mert: Parası için değil ya öyle can sıkıntısına oynuyorum arada?

Yusuf: Yeni arkadaşların da hayırlı olsun.

Hakan: Kim yeni arkadaşı?

Yusuf: Batuhanlar Görkemler falan yok mu işte o ekip.

Mert: Yok be oğlum ne arkadaşı bir gün takıldık öyle.

Hakan: Onlar seni iyi yere götürmezler. Gittikleri bilardo salonunda bile alkol satıyorlar.

Yusuf: Onlar da her akşam sosyal medya da paylaşıyor. İçince kendilerini büyümüş gibi hissediyorlar herhalde.

Hakan: Götürdüler mi seni de oraya?

Mert: Gittim. Kızlar falan güzeldi ortam. ( Yusuf gülerek.)

Yusuf: Oo sende yoldan çıktın yani.

Hakan: Bana sakın içki de içtim deme.

Mert: Saçmalama oğlum içtim denmez.

Hakan: Nasıl denmez? İçtin yani.

Mert: Yok kanka birkaç yudum belki, tadını merak ettiğim için o da.

Yusuf: Tamam bugün tadına baktın yarın bir bardak iki bardak…

Mert: Ya abartmayın bee sanki siz hiç tadına bakmadınız.

(ikisi birlikte)

Yusuf – Hakan: Yok.(Omuz silkerek.)

Hakan: Sen bu son zamanlarda çok değiştin.

Yusuf: Kendine acımıyorsun bari ailene acı. Bugün yine baban okuldaydı.

Hakan: Sana o kadar değer veriyorlar o kadar ilgileniyorlar.

Yusuf: Oğlum babanda da var. Benim şirketim olacak çocuğumu okul köşelerinde süründüreceğim bir de .

Mert: Ben de onu diyorum zaten

Hakan: Senin iki abin de üniversite okumadı mı?

Mert: Evet okudular.

Hakan: O zaman sıkıntı sende

Mert: Nasıl yani?

Hakan: İki abin babasının parasına güvenmemiş, kendi işlerine bakmış, kolaya kaçmamış.

Yusuf: Abinlerde var mı içki falan?

Hakan: Sence kötü alışkanlıkları olsa başarılı olabilirler mi?

Yusuf: O da doğru.

Mert: Neyse bu konuştuklarımız aramızda kalsın söz mü? Bir de adımız biracıya çıkmasın.

Hakan: Söz aramız da ama gittiğin yol yol değil. Bir sıkıntın varsa biz her zaman yanınızdayız.

Yusuf: Kimseye demeyiz.

(Sahnede ev ortamı olan tarafın ışıkları yanar, baba bilgisayardan işlerini yapar, anne Kuran-ı Kerim okumaktadır.)

Ali: Ben yatıyorum. Mert geldi mi?

Fatma:  Yok gelmedi. Arar mısın nerde kalmış?  (Baba telefonu eline alır Mert’i arar sahnenin diğer bölümünde Mert’in telefonu çalar.)

Mert: Beyler babam arıyor bir dakika. (Telefonu açar.)

Mert: Efendim baba.

Ali: Neredesin oğlum.

Mert: 10 dakikaya gelirim.

Ali: Tamam oğlum geç kalma.

Mert: Tamam baba. (İki tarafında ışıkları kapanır.)

(Kapı çalar, ışıklar açılır.)

Fatma:  Ne oldu ali bugünde erkencisin.

Ali: Daha ne olsun ki hanım daha ne olsun.

Fatma: Ne oldu Ali korkutma beni.

Ali: Bugün  Mert’in okulundan aradılar yine.

Fatma: Bu sefer ne için.

Ali: Oğlumuz alkoliğin tekiymiş haberimiz yok.

Fatma: Tövbe bismillah, ne diyorsun sen ciddi misin?

Ali: Okula gittim, birkaç veli daha vardı. Çocuklar sosyal medya hesaplarından barlarda paylaşım yapmışlar. İçlerinde Mert de varmış.

Fatma: Ciddi misin sen?(ağlamaya başlar)

Ali: Şaka yapar gibi bir halim mi var? Ama ben ona ne yapacağımı biliyorum. Sabrımı taşırdı artık.

Fatma: Sakın aklından onu dövmek gibi bir şey geçmesin.

Ali: Yok, yok Mehmet’in yanına göndereceğim. O Mert’i sürtsün biraz.

Fatma: Mehmet’in yanında ne iş yapacak? Ee okul ne olacak?

Ali: Okulunu donduracağım. Ona atıldığını söyleyeceğim, hatalarını anladığı zaman okuluna geri döner. Mehmet’e söyleyeyim o ustabaşı ile anlaşır, aklı başına gelene kadar bir süre sürtsünler burnunu.

Fatma: Ee sonra ne olacak ya akıllanmazsa.

Ali: Kendi bilir. Zaten bu sene sınava girse barajı bile geçemez. Okula devam ettirip Mert’i iyice bataklığa mı sürükleyelim? Yoksa hayatın zorluklarını gösterip aklını başına mı toplatalım? Sence.

(Işıklar kararır sahnenin diğer tarafı aydınlatılır hakan ve Yusuf kendi aralarında konuşuyorlardır.)

Yusuf: Ben 83 almışım ya 2 puan daha vermedi. (Tam o sıra Mert yanlarına gelir.)

Mert: Söz vermiştiniz, bir de arkadaş olacaksınız. Ağzınızda bakla ıslanmıyor.

Hakan: ne oldu Mert?

Mert: Birisi salona gittiğimi hocalara söylemiş. Babam okuldaydı az önce gitti.

Hakan: Bizim bir şeyden haberimiz yok.

Mert: Oğlum ben bir tek size anlattım. Dost bildim anlattım.

Yusuf: Mert saçmalama biz kimseye bir şey demedik. ( o sırada görkem gelir)

Görkem: Mert bizi rehberlik servisinden çağırmışlar haydi gidelim.

Hakan: Sizin salona gidip içtiğinizi kim demiş hocalara.

Görkem: Kimse dememiştir ya, Batuhan dün video paylaşmış artık videoyu nasıl buldularsa bulmuşlar sonra direk velileri aramışlar ben zaten okuldan nakil aldıracaktım bu olayda hızlanır işlemler.

Mert: Vay arkadaş ya, bir gün gittim onda da yakalandık.

Görkem: Neyse haydi gidelim. (Işıklar kararır. Aile tarafının ışıkları yanar baba namaz kılmış seccadeyi topluyordur.)

Ali: Başım ağrıyor hanım ağrı kesici var mı?

Fatma:  Bakmam lazım.(Kalkar bir çantayı karıştırır.)

Ali: Mert’e kafam takıldı. Toplantıda vardı bugün oraya da gidemedim.

Fatma: Mert’i göndermekle kararlı mısın?

Ali: Hatırlattığın iyi oldu, şu Mehmet’i arayayım. (telefonu çıkarır Mehmet’i arar.)

Ali: Alo.

Mehmet: Efendim baba.

Ali: Nasılsın oğlum.

Mehmet: İyiyim baba sen nasılsın.

Ali: İyiyim bende.

Mehmet: Hayırdır baba bir sıkıntı mı var?

Ali: Var, Mert’i daha kontrol edemiyoruz.

Mehmet: Bu sefer ne oldu?

Ali: Arkadaşlarıyla bara gitmiş.

Mehmet: Neee. O daha çocuk sayılır. Bizim Mert?

Ali: Evet, arkadaşları sosyal medyada video paylaşmış, okul videoyu görmüş incelemiş. Diğer öğrenciler ikinci kez aynı olayları olmuş, onlar okuldan atıldı. Mert kınama aldı. Aklımda bir plan var.

Mehmet: Nasıl bir plan?

Ali: Doğru mu yapıyorum yanlış mı yapıyorum bilmiyorum. Ama mantıklı olanı bu gibi geliyor bana. Bu sene sınava girse de bir şey yapamaz. Sınavı geçtim, ahlaken çok bozuldu. Okula devam etse daha da kötü olacak.

Mehmet:  Okuldan mı alacaksın?

Ali: Okulunu dondurup senin yanına yollamayı düşünüyorum.

Mehmet: Benim yanımda ne yapacak?

Ali: İnşaata ustabaşıyla konuşsan bu yaza kadar çalışsın. Mert çalışma zorluklarını bilmiyor. Biraz zorluk görsün, aklını başına toplasın.

Mehmet: Tamam baba işverenle de görüşürüm sıkıntı olmaz. Ama ben işe saat 10’da geliyorum işçiler saat 8’ iş başı yapıyorlar. Buraya ulaşımda zor.

Ali: İşte tam istediğim şey, eğer okumazsa işe saat 8’de gider daha çok çalışır. Eğer okursa özel arabasıyla işine saat 10’da gider. Ona orada okuyan ve okumayan arasındaki farkları göster.

Mehmet: Tamam baba. Şantiyede kalsın o zaman sıkıntı olmaz demi.

Ali: Şantiye nasıl güvenilir mi, temiz mi?

Mehmet: Güvenilir baba sıkıntı olmaz.

Ali: Tamam oğlum, Mert sana emanet bundan sonra.

Mehmet: Tamam baba, var mı isteğin arzun?

Ali: Yok oğlum hadi görüşürüz.

Mehmet: Anneme selam söyle.

Ali: Aleyküm selam onun da sana selamı var.

Mehmet: Aleyküm selam. (telefon kapanır, baba saate bakar.)

Ali: Mert’in servisi ne zaman geliyor?

Fatma:  Saat 4.30 gibi geliyor genelde.

Ali: Gelir şimdi. Dershanesi var mı bu akşam?

Fatma: Yok

Ali: Sen yavaş yavaş Mert’in çantasını hazırlamaya başla. Yarın göndeririz.

Fatma: Saat kaçta gidecek?

Ali: Bilmiyorum, Mehmet’e  sorarım öğlen gibi gönderirim.

(kapı çalar mert gelmiştir anne kapıyı acar.)

Fatma: Çantanı bırak yanımıza gel konuşacaklarımız var. (Çantasını kenara bırakır.)

Ali: Gel otur şöyle. Öncelikle bugün ki öğrendiğim olaylar beni ve anneni çok üzdü.

Mert: Baba ama

Ali: Sus beni dinle! Bu seneki gidişattın ortada birbirimizi kandırmaya gerek yok. Yaptığın bu son şey bardağı taşıran son damlaydı. Yarın Bursa’ya, abinin yanına gidiyorsun.

Mert: Ne yapacağım ben orda.

Ali: Okul hayatın bitti. Bu kadar zorladığımız yeter. (cebinden telefonu çıkarır.)

Ali: Alo oğlum, kaç gibi göndereyim Mert’i.

Mehmet: Biletini aldım ben yarın saat 1.30’da arabası hareket ediyor.

Ali: Tamam kendi aranızda haberleşirsiniz, ona göre alırsın otogardan.

Mehmet: Tamam baba. (telefonu kapatır.)

Ali: Kıyafetlerini hazırla yarın 1 gibi evden çıkarız. (Mert odadan çıkar.)

Fatma: İnşallah bursa onun için faydalı olur.

Ali: İnşallah. (ışıklar kararır.)

(Kapı çalar ışıklar açılır, anne kuran okuyordur, kalkar kapıyı açar)

Ali: Selamün aleyküm

Fatma: Aleyküm selam, bindimi otobüse.

Ali: Bindi.

Fatma: Acaba yanlış mı yaptık?

Ali: Bu onun için en faydalı olanı emin ol buna. (babanın telefonu çalar.) Ahmet arıyor.

Ali: Efendim oğlum.

Ahmet: Selamün aleyküm babacığım nasılsın?

Ali: Aleyküm selam iyiyim oğlum sen nasılsın?

Ahmet: Bende iyiyim baba, abim bana birkaç bir şey anlattı Mert hakkında onun için aradım.

Ali: Abin ne anlattıysa doğrudur oğlum. ( bu sırada ışıklar yavaş yavaş kararır.)

(Sahne2: Sahnede sağ tarafta yatakhane yazan bir tabela tabelanın altında bir masa ve 2- 3 tane sandalye vardır.) (Işıklar açılır. Mert, abisi Ahmet sol taraftan sahneye girer Mert’in elinde çantalar vardır)

Mehmet: Burasıda yatakhane sormak istediğin bütün soruları ustabaşımız Osman abiye sorarsın. Gerçi ben bütün gün buradayım.

Mert: Tamam abi. (Osman abi yatakhaneden çıkar gelir.)

Mehmet: Osman abi sana bahsettiğim kardeşim, yardımcı olursun dimi.

Osman: Olurum Mehmet’im, niye olmayayım. (Mert’in çantalarını alır.) 

Osman: Haydi Mert yatacağın yeri göstereyim.

Mehmet: Ben gideyim o zaman abi benlik bir iş yok sanırım ben her tarafı gösterdim yarın sabah iş başı yapacak.

Osman: Tamamdır. (Mert’le beraber yatakhaneye girerler, ışıklar kararır)

(Işıklar yanar, işçiler ikişer üçer gruplar halinde konuşarak yatakhaneye girer, mert dışardaki sandalyeye oturur arkadaşını arar.)

Mert: Alo Hakan ne yapıyorsun?

Hakan: Aynı ya ne yapalım sen ne yapıyorsun?

Mert: Ne  yapayım inşattan geldim şimdi oturuyorum.

Hakan: Nasıl kardeşim güzel mi çalışma hayatı?

Mert: Berbat.

Hakan: Pişman mısın ders çalışmadığın için?

Mert: Emin ol şirkette olsaydım pişman olmazdım.

Hakan: İşte demek ki hayat baba parası yemekle geçmiyormuş. Bence baban bunu sana göstermek için seni oraya yolladı. Yoksa gül gibi şirket dururken neden inşaata yollasın ki.

Mert: Öyle mi diyorsun?

Hakan: Bence öyle kardeşim. Benim biraz işim var sonra konuşuruz yine.

Mert: Tamam kardeşim.(telefonu kapatır etrafa bakınır kimse yoktur herkes yemektedir, sahneden çıkar ve geri geldiğinde elinde bir şişe vardır. Yatakhaneden biri dışarı çıkınca montun içine saklar.)

Hüseyin: Ne o montun içindeki?

Mert: Sessiz ol kimseye çaktırma.

Hüseyin: Çaktırma ne demek. Şantiyenin kuralları var ve uymak zorundasın. Sen mühendisin kardeşi değil misin?

Mert: Evet.

Hüseyin: Abin hoca gibi adam, sen içki içiyorsun.

Mert: Yok be abi arada canım sıkılınca.

Hakan: Canın sıkıldıkça günah işliyorsun yani. Gel otur konuşalım. Bir aydır buradasın ama konuşmaya fırsat bulamadık. (Mert başını öne eğer.)

Hüseyin: Bildiğim kadarıyla varlıklı bir ailesiniz. sen ne suç işledin de  buralara yolladılar seni.

Mert:  Ders çalışmıyormuşum , okul ve dershaneyi asıyormuşum, okumaya yüzüm yokmuş. Ahlakım bozulmaya başlamış…. (Alaycı bir tavırla)

Hüseyin: Keşke benim okuma imkanım olsaydı.

Mert: Niye, böyle bir fırsatın olmadı mı?

 Hüseyin: Olmadı babam inşaattan kazandığıyla beni mi okutacaktı yoksa evimi geçindirecekti. Zaten ben liseden mezun oldum, iki sene sonra babam inşaattan düştü, bir bacağı demire saplandı. Çalışamaz hale  geldi, çok şükür ki Allah başımızdan eksik etmedi. Bakmakla yükümlü olduğum babam, annem ve bir de kardeşim var.

Mert: Kardeşin okuyor mu peki?

Hüseyin: O mu?(Üzgün şekilde.) Yok.

Mert: Neden.

Hüseyin: Okuması için özel eğitim alması lazım. Normal çocuklardan farklı. Devlet okuluna gitti ama okuma yazmayı çözemedi.

Mert: Anladım.(Başını öne eğer.)

Hüseyin: Senin elinde her tülü imkan var ve okumuyorsun . Garip.

 Mert: Haklısın abi. Ne desem bilemedim.

Hüseyin:  Var mı özel sebebi? Bak ben seni dost gibi her şeyi anlattım, konuşmak istediğin bir şey varsa konuşabiliriz.

Mert: Valla abi sebebi değil, sorunu buldum sayende.

Hüseyin: Neymiş sorunun?

Mert: Şükrünü bilmemek… Rahatlık… Şımarıklık… Alışmışım babamın parasını yemeye. Sen mesela o kadar sıkıntı yaşamışsın, durmadan çalışıyorsun, sitem etmeden. İki abim de okudu, ben ise babamın parası beni bakar bilinci ile hiç ders çalışmadım. Sadece bununla da kalmadım. Onlar beni uyardığında çok sinirlendim. Kötülüğümü istiyorlarmış gibi algıladım. Sözlerimde ileri gittim. Onlar evlat, ben anne baba gibi davrandım. Zaman zaman gözüm döndü, annemin üzerine yürüdüm. El kaldırdım. Şimdi anlatırken bile utanıyorum. Nasıl yapabildim bilmiyorum.

Hüseyin: Senin yerinde olsam, imkânım varsa geri dönerdim, bu yaşlar geri gelmiyor. Kuranı kerimde Ahkâf süresi  15. ayette şöyle diyor: Biz insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun taşınması ve sütten kesilme süresi otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın Salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de Salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”

Mert: Babama kendimi nasıl affettireceğim?

Hüseyin: Sen şimdi bir telefon açsan ve şu an bana dediklerini desen o zaten affeder seni.